Hakkımızda

İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 yılında Belgin Akın ve şair/yazar Sunay Akın tarafından kurulmuştur. 1700’lü yıllardan günümüze oyuncak tarihinin en gözde örneklerinin sergilendiği müze tarihi bir köşkte konumlanmıştır.


Sunay Akın’ın 20 yılda 40’ı aşkın ülkedeki antikacılardan ve açık arttırmalardan satın aldığı oyuncaklarla kurulan İstanbul Oyuncak Müzesi dünya tarihini daha eğlenceli, daha akılda kalıcı bir öğrenme yöntemi ile ziyaretçilere sunmaktadır. Örneğin, uzay oyuncaklarının sergilendiği bölümde Ay’a ulaşma çabası, tren oyuncakları bölümünde ise sanayi devrimi oyuncakların diliyle anlatılmaktadır. Müzenin dekoru da bu düşünceyle sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan tarafından tasarlanmıştır. Müze bir şair tarafından açılmış olması ve bir sahne tasarım sanatçısı tarafından tasarlanmış olması özelliği ile de dünyada bir ilki teşkil etmektedir.


İstanbul Oyuncak Müzesi’nin en önemli özelliklerinden birisi de aileyi bütün üyeleri ile kucaklamasıdır. Müze bu özelliği ile 3 kuşağın bir arada vakit geçirebileceği ve ortak mutluluğu paylaşabileceği bir mekandır. Dede/nine, baba/anne ve torun bir zaman makinasında çocukluklarına doğru yola çıkarken, birbirlerine kendi dönemlerini anlatmanın keyfini çıkartırlar. Oyuncak müzesinin koridorları ‘’Bundan bende vardı!’’ cümlesi ile başlayan ve çocukluk hatıralarının anlatıldığı sesler ile çınlamaktadır. 

İstanbul Oyuncak Müzesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde büyük öneme sahip olan oyuncak müzeleri konusunda ülkemizdeki boşluk tamamlanmış ve İstanbul Oyuncak Müzesi dünyadaki örnekleri arasında önemli bir yere sahip olmuştur. 2012 yılının Kasım ayında İstanbul Oyuncak Müzesi tarafından gerçekleştirilen ve dünyada bir ilk olan TOYCO-2012 İstanbul (Avrupa Oyuncak ve Çocuk Müzeleri Birliği) buluşması ilk kez Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Bu sayede İstanbul Oyuncak Müzesi dünyada çocuk ve oyuncak müzeleri birliği kurulması konusunda öncü olmuş, İstanbul’a ‘oyuncak müzelerinin başkenti’ ünvanını kazandırmıştır.


İstanbul Oyuncak Müzesi ülkemizdeki diğer oyuncak müzelerinin de açılması için örnek teşkil etmiştir. 2011 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Antalya Oyuncak Müzesi, 2013 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Gaziantep Oyun ve Oyuncak Müzesi, 2015 yılında Ataşehir Belediyesi’ne ait Düştepe Oyun Müzesi, 2017 yılında Kartal Belediyesi’ne ait Kartal Masal Müzesi ve Samsun Canik Belediyesi’ne ait Canik Oyuncak Müzesi,  İstanbul Oyuncak Müzesi kurucusu Sunay Akın’ın danışmanlığı ve küratörlüğünde kapılarını ziyarete açmıştır.

Sunay Akın

Sokakları yokuş olan Trabzon’un, düz yer özlemiyle yapılan teraslı evlerinin birinde geçti çocukluğum. 1969’un 20 Temmuz gecesi, Ay’daki insanı görürüm umuduyla o terastan baktım gökyüzüne. O yıllarda dedeler şapkalı ve bastonlu olduğu için Şarlo’ya da aynı terasta özenmem zor olmadı. Saatli Maarif Takvimi’nin yapraklarının arkasına yazılı şiirleri okudum. İlk şiirimi, gardroptaki boş bir askıya yazdım ve ‘üşümüyor musun?’ diye sordum. Terzi babamın dükkanından aldığım kumaş parçalarını haritalardaki ülkelere benzeterek ceplerime doldurur, dünyayı ceplerimde taşıyacak kadar güçlü olduğuma inanırdım. Gördüğüm tüm telefon kulübelerine girdim, çıktım.. Ama, Süpermen’e uçma gücünü veren o sihirli telefon kulübesini hiç bulamadım! Trapezcilerin pelerinlerini çok sevdim bir de.. Kanatları olmadığı için uçmanın sırrının pelerinde olduğunu düşündüm ve bir gün evdeki bir perdeyi boynuma asarak çıktım sokağa. Annemin sesindeki sert rüzgarla da eve döndüm!

Sunay Akın

Sokakları yokuş olan Trabzon’un, düz yer özlemiyle yapılan teraslı evlerinin birinde geçti çocukluğum. 1969’un 20 Temmuz gecesi, Ay’daki insanı görürüm umuduyla o terastan baktım gökyüzüne. O yıllarda dedeler şapkalı ve bastonlu olduğu için Şarlo’ya da aynı terasta özenmem zor olmadı. Saatli Maarif Takvimi’nin yapraklarının arkasına yazılı şiirleri okudum. İlk şiirimi, gardroptaki boş bir askıya yazdım ve “üşümüyor musun?” diye sordum. Terzi babamın dükkanından aldığım kumaş parçalarını haritalardaki ülkelere benzeterek ceplerime doldurur, dünyayı ceplerimde taşıyacak kadar güçlü olduğuma inanırdım. Gördüğüm tüm telefon kulübelerine girdim, çıktım... Ama, Süpermen’e uçma gücünü veren o sihirli telefon kulübesini hiç bulamadım! Trapezcilerin pelerinlerini çok sevdim bir de... Kanatları olmadığı için uçmanın sırrının pelerinde olduğunu düşündüm ve bir gün evdeki bir perdeyi boynuma asarak çıktım sokağa. Annemin sesindeki sert rüzgarla da eve döndüm!

İstanbul’u ilk kez 7 yaşında gördüm ve babamın beni götürdüğü ilk yer de Arkeoloji Müzesi oldu. Trabzon’a geri dönünce bir çekmeceye annemin yüzüklerini, kolyelerini, küpelerini koyarak arkadaşlarımla ‘müzecilik’ oynamak için sokağa çıktım. Oyun “Süpermencilik” gibi çok uzun sürmedi!


Televizyondaki bir diziyi hiç kaçırmadım. O dizi başlamadan önce ekran ile arama çamaşır leğenini koyardım ve seyrederken başımı sürekli olarak suya daldırıp, çıkarırdım. Bu yüzden, Kaptan Cousteau’nun arkasında, ona en yakın yüzen dalgıç olduğuma inandım... Ama kendini sürekli olarak “Çocuk Ruh Doktoru”nun karşısında buldum!


Yağmur suyundan okyanuslara, derelerden göllere yaptığım binlerce kağıt gemiyi bıraktım.Sonra, bu işten emekli oldum. Bu yüzden ilk ünvanım “kağıt gemilerden emekli kaptan”dır.


Futbolda doksan dakika arkadaşlarına sırt çevirmeyen tek oyuncu olduğu için kaleciliği sevdim. Hezarfen Ahmet Çelebi ve Süpermen olamadım ama kaleci olarak uçtuğumda kimse beni yadırgamadı.


Üniversite yıllarında, Cağaloğlu yokuşunu çıkan şairlerin ve yazarların iki, üç adım arkasından yürüdüm; sohbetlerinden yere düşen sözcükleri toplamak için. Kız Kulesi’ne çıkarak, bu tarihi mekanı “Şiir Cumhuriyeti” ilan ettim. Hayallerimi anlattım ama o yeri bile çok görüp, şiir akşamları, resim sergileri, konserler düzenlediğim küçük adadan kovuldum. O günden beri, Şiir Cumhuriyeti’nin devrik Cumhurbaşkanı olarak yaşıyorum.


Hayatımdaki en önemli ödül ise Cemal Süreya’nın benim için “İlk şiirlerinden biriyle uçtu çocuk” demesi oldu...


Uçmak!..


Bundan daha büyük bir ödül kazanamayacağıma inanıyorum.